Ey Musa!
Ne zaman dokunacak elindeki asa
Bağrımdaki bu sert kayaya
Hangi mevsimde yarılacak içimin kızıl denizi
Ve hangi dostla ulaşacağım karşı kıyıya?
N’olur yanlış anlama beni,
Ne vaat edilmiş toprakların peşindeyim
Ne bıldırcın eti
Ne kudret helvası
Varsa yoksa bir sarı buzağıdır
Kalbimin tüm mirası
Ki;
En sevdiği şey değil midir insanın
Kendi elleriyle yaptığı tanrısı
Ben de onu kurban etmek isterim işte
Lakin
Bilemem nasıl vuracağım bıçağı
Çünkü ellerim Musa
Ellerimde ahir zaman romatizması
Oysa ben
Bir bebek gibi ilkin,
Ellerimle tanımak isterim dünyayı
Çünkü derim,
Tanıdıkça daha bir kolay tırmanırım Sina’yı
Hem belki bu ellerle kucaklarım
Hızır ile İlyas’ı
Fakat ellerim Musa
Ellerim
Parmaklarım
Ve dahi hırsından
Yenmiştir tırnaklarım
Çünkü içimde Musa
Seninkinden de zorlu
Bir kavim taşımaktayım
Bak mesela,
Burası Tih Çölüm benim
Şurası Tur dağım,
Ve az ilerde Firavun tapınağım
Üstelik pek sık
Afetlere maruz kalır toprağım
Kimi zaman
tufan tutar göklerimi
Kiminde
çekirgeler istila eder benliğimi
Ben de kundaklara sarıp ruhumu
Bırakmak isterim bir nehre
annen gibi
Kim bilir
Belki de bir Asiye bulur beni
Musa!
Ey Allah’ın kelimesi!
Bilirim,
boşuna değildir
Harun’un canına kardeş gelmesi
Ya kan bağı olmayanlar Musa
Islah etmek için içlerindeki kavmi
Can bağıyla yüklenirlerse hakikati
Söylesene,
hangi zeytinin dalında
ve
hangi incirin balında
erbaine niyet etmeleri gerekli?
Türk sinema tarihine şöyle bir baktığımızda senaristinden yönetmenine hatta zaman zaman oyuncusuna kadar sektörün içindeki birçok kişinin film türleri konusunda kafasının karışık olduğunu görüyoruz.
Bu bir cesaret hikâyesi… Bu bir zafer hikâyesi… Ve en önemlisi de bu bir insanlık hikâyesi..
