Kuru Yapraklar

Bizim buralara bahar yeni geliyor. Son zamanlarda karlar eriyip, toprak yuzunu gostermeye baslayinca bir sey fark ettim. Bizim arka bahcedeki toprak bir turlu yesillenmiyor, belki yillar oncesinden ekilmis olan cimler bir turlu gun yuzune cikmiyordu.

Once Kanada’nin asiri degisken havasina bagladim, Fakat birgun baktim ki tum yan komsularin bahceleri yemyesil. Bizimkinde bir sorun olmaliydi. Esimle paylastim, o da ‘bizim bahce biraz golge kaliyor ya, asma balkon var ya , o golge yapiyor, dedi.

Bu eve kisin ortasinda tasindik, baharini yazini henuz tecrube etmedigimizden tum suçu balkona yukleyip beklemeye devam ettim. Fakat gun gelip komsulardan balkonlu bahcelerin de yesillendigini gorunce daha etraflica dusunup sorunu buldum : Kuru yapraklar!

Aslinda ta tasinirken bu yapraklari temizlesek mi demistik ama kis sartlari ,tasinma telasi derken kalmisti . Biraz da kendimce belki o kuru yapraklar gubre olur, kalsin da topragi beslesin diye dusunmustum. Simdiyse beslemek yerine kuruttugunu fark ediyordum.

Yukarki pencereden komsunun yesil bahcesini keserken, bir yandan da icim cosuyordu. Ne sanslisin kiz Sumeyra, bahcen de konusuyor sana, yapragin da. Saniyorsun ki içinde yarim biraktigin seyler birgun donusecek, baska hayallerinin tohumu olacak zamanla. Ah be canim, her kuruyan sey gubre olmaz ki insanin ruhuna. Ama ille olsun istiyorsan, o da ayri bir is.. Yapraklarin hepsini toplayip bir malc yapsaydin mesela, baska besinler de ekleseydin icine, oyle verseydin topraga. Serpilip buyumek de , yesillenmek de ayri bir çaba.. hevesin ve gayretin yeter mi kuruyup kalan yanlarindan bir ruh besini yapmaya?

Ben bunlari dusunup dururken, esim gidip en yakin marketten bir tirmik almis gelmis. Aksiyon muhim 🙂 Simdi cocuklarla bahceye konuslanmislar kuru yapraklari temizliyorlar. Bahar ne guzel geliyorsun, hem hanemize hem canimiza..

BirTencere Bin Pencere içinde yayınlandı | Yorum bırakın

Book Club ve bana kattiklari

buraya 0kudugum kitaplarla ilgili yazacagim

BirTencere Bin Pencere içinde yayınlandı | Yorum bırakın

Unbroken ve Affetmek

Buraya izledigim filmler hakkinda yazacagim.

BirTencere Bin Pencere içinde yayınlandı | Yorum bırakın

Külah

Bir yaz günüydü Ayten

aylardan Temmuz hatta

önce kavruldu kalbim

sonra

külahımın üstünde

eridi dünya..

BirTencere Bin Pencere içinde yayınlandı | Yorum bırakın

Yuva

Değil mi ki

bütün kuşlar bir gün

döner yuvaya

bekle beni

yine bir eylül sabahı

konacağım dalına

o gün

kalbimizde ne kin

ne de tortu kederden

gürül gürül akarken

memleket derelerinden

her ne olmuşsa, diyeceğim

kaderden

cünkü kader

iki ters bir düz ördüğümüz

ve ördükçe

öze büründüğümüz

bir libastır hikmetten..

BirTencere Bin Pencere içinde yayınlandı | Yorum bırakın

Boy aynasi

Bazen o kadar sağlam kaçıyorum ki kendimden, kendim bile hayret ediyorum. O kadar iyi saklıyorum ki kendimi bir şeylerin ardına, kendim bile unutuyorum nereye saklandığımı. Dün gece de öyle oldu. Gönüllü bir çalışmaya katıldım ; bir iftar programı düzenliyoruz gönüllü bir kuruluş için. Dün gece saat 9:30 civarı gruptan bir fikir ortaya attım gruptan . Sonra fikri uygulama sorumluluğunu üstüme aldım. Bunu çocukları uyku öncesi son kez oynatırken yaptım, masada oyun hamurunu bitirmelerini beklerken, “ben hallederim” dedim, “yarın sabahtan alışverişe çıkar, malzemeleri bulur, eve gelip ürünleri hazırlarım.” Tüm bunları 2 bebek, 2 yetişkin çocuk, sahur stresi, 7 makine çamaşır, yığılmış bulaşık ve üstelik iftara misafir beklediğim halde söyledim. Gece çocukları uyuturken aklım başıma geldi, kendime sordum, “neyin peşindesin?” Cevap derin ve hüzünlü: Kendimden kaçmanın. Kaçabilmenin… Ne kadar uzağa, o kadar iyi; ne kadar derine gömersem içimde duyduğum acı hissi, o kadar güzel. O kadar bastır, o kadar yüklen kendine… Hadi bakalım… Kendimden kaçmak için gönüllü bir programdaki onca sorumluluğu son anda üstlenmeye çalıştım son anda . Sonra Allah’tan gece geç de olsa durumu fark ettim. Şansım da yaver gitti ve bahsettiğim sorumluluk iptal edildi. Belki de her şey ve hepsi benim kendimi boy aynasında bir kez daha görebilmem içindi.

Hissediyorum içinde yayınlandı | Yorum bırakın

Kendi Sesini Duymak

Epey uzun bir zaman sonra yeniden yazmaya başlıyorum. En son geçen sonbahar düzenli yazı hayatıma ara vermeye karar vermiştim. Sonra üzerinden çok sular aktı, çok yollar yürüdüm, bazen köpürdüm, bazen duruldum.. Bazen savruldum, çokça kavruldum ve oldukça yoruldum.. Hem icerimde hem disarimda büyük değişimlerin, dönüşümlerin şahidi oldum ve hala oluyorum.. Bu süreçte yazıyla arama mesafe koymamim birçok sebebi vardı. Öncelikle nerdeyse on ay süren inziva sürecime sekte vurmasını istemiyordum. Çünkü yazmak, kelimelerle uğraşmak bir yerde beni kendimle baskabasa kalmaktan alikoyuyordu. Her ne kadar duygularımı ifade eden içerikte yazılar uretsem de hepsi bir düşünsel süzgeçten geçerek sosyal medyada paylaşıldığı için bu yazma süreci zihnimi aktiflestiriyordu. Zihnim aktif olunca bilincaltimin yani kendimin , kendi derinlerimin sesini duymak, dinlemek benim için çok zor olmaya başlamıştı. Yazmaya ara verince önce zihnimden geçen düşünceleri anlık takip etmeye çalıştım. Nerde, nasıl başlıyor, nasıl ve neye evrilerek devam ediyor bu düşünceler.. Sonunu buldukça başını daha iyi keşfetmeye başladım. Zihnimdeki olumlu veya olumsuz her düşüncenin aslında bir duyguyla bağlantılı bir kökeni vardı. Bu akışı ve bağlantıları fark etmek, takip etmek, idrak etmek, analiz etmek elbet kolay değil.. Epey bir zaman -şükür ki- güzel bir rehberin eşliğinde bu takip sürecine devam edebildim. Çok şey aldım, çok şey öğrendim. Fakat gel gör ki yol uzun, yolculuk çetin.. Yolculuğun bir noktasında gücüm yetmedi, sartlarim elvermedi ve yola kendi başıma revan olmam gerekti. Şimdi o zamanlardayim. Yeniden heybemi sırtıma alıp kaldığım yerden devam etmeye, oturup nefeslendigim o taşın üzerinden kalkıp yeniden kendime giden yolumu adimlamaya devam etmek niyetindeyim..Yazmaya da bu sebeple yendien niyetlendim hatta cesaret edebildim.

 Kendime çokça soruyorum bugünlerde. Gerçekten neden yazmak istiyorum? Sesimi duyurmak için mi? Hayır değil gibi geliyor. Öyle olsa herkesin beni en kolay okuyabileceği bir yerde yazmayı tercih ederdim; sosyal medyada mesela..Kimsenin beni duyması, dinlemesi, anlaması umrumda değil gibi geliyor bugünlerde. Sadece ve öncelikle kendim kendimi, içimdeki sesleri, içimde benden bağımsız hareket edene organizmayi duyabilmek , dinleyebilmek ve anlayabilmek istiyorum. Kendi yolum ve yolculugumla ilgili okuduklarım var, öğrendiklerim, fark ettiklerim var elbet. Bunları birileriyle paylaşayım da onların da işine yarasın diye de düşünmüyorum. Eskiden böyle düşünürdüm çoğunlukla. Aman ben bu bilgiyi, farkındalığı çok aradı, bulana kadar çok yanlış kapılar çaldım bari başkası aynı sıkıntıları çekmesin ben anlatayım da diye düşünürdüm. Şimdi öyle düşünmüyorum. Bedeli- zihinsel ve ruhsal anlamda- ödenmeden paylaşılan her farkındalığın insane fayda değil yük ve zarar getirdiğine inanmaya başladım son zamanlarda. Hatta bunu yakın cevremle yaptığım paylaşımlarda çokça tecrübe etmek imkânım da oldu.

 Yazı aracılığıyla kendi içimi, içimdeki sesleri paylaşmak daha doğrusu paylaşabilmek benim için çok kiymetliyd çünkü bunu kendiliğinden yapabilen biri değildim hatta hala daha pek değilim . İçimdeki bir sesi, bir durumu , bir farkındalığı birini arayıp ya da mesaj atıp da anlattığım nadirattandir. Sosyal medyada bunu kısmen yapabilmek bir nebze olsun güzeldi eskiden. Ama zamanla hiç alakanın olmadığı , birebir tanımadığın insanların senin yazıların vesilesiyle ruh dünyanın sokaklarını adimlamasi.. dahası her adımda gördüklerine rahatlıkla yorumlar yapabilmesi.. Bu çok can sıkıcı bir durum olmaya başlamıştı benim için son zamanlarda. Hele ki mahallemizde yeni açılan bir restaurantın ya da bir tanidgimiz olan bir araba tamircisinin arkadaşlık isteği göndermesi.. Ne ortak noktam olabilir ki böyle bir arkadaşlık için.. Hasılı sosyal medyadan çok soğudum ve artık orada yazmamaya karar verebildim en nihayetinde. Başkası için kolay bir karardır belki bu ama benim gibi birşeyleri bitirmekte zorlanan, sınırlar konusunda gidecek epey yolu olan bir içedönük insan için oldukça büyük ve önemli bir adım..

 Yeniden aynı noktaya gelecek olursam; gündelik hayat telasesi, roller, kimlikler, sorumluluklar, ilişkiler.. her şey o kadar çok gürültü oluşturuyor ki zihnimde, ben o kargaşa içinde kendimi duymakta zorlanıyorum. Kendimi duymaktan kast ettiğim şey su aslında; Su an nasıl hissediyorum? Yoldan geçen bir arkadaşın nasılsın sorusu gibi değil ama.. Gerçekten ne hissediyorum, nasıl hissediyorum? İçimdeki bu sıkıntının, huzursuzluğun asil sebebi ne? Ne zaman başladı bu his bugün bende? İçimdeki bu ağırlık hissi bedenimde nerede nasıl kendini fark ettirmeye çalışıyor bana? Bu üzerime çöken hatta daha sabah uyanır uyanmaz varlığını fark ettiren bu iç daralması gün boyu nelere evriliyor ? Evet, dayanamıyorum bu ağırlık hissine, kaçıp kurtulmak, rahatlamak istiyorum.. Napsam acaba, biraz sosyal medyada mi takılayım.. yok birilerini arayıp buluşalım diyeyim.. Kimse müsait değilse kitap okuyayım.. biraz daha, bir kitap daha.. olmadı akşam da bir film izlerim belki o iyi gelir.. Of, kendimi meşgul etmeliyim, biseyler yapmalıyım ki bu acıyı bastırsın, unuttursun.. neyle nasıl daha fazla oyalasam kendimi.. nasıl daha çok ve derin bastirsam içimdeki sesler.. Evet, sesler çok.. Kime ait bu sesler, neden hep konuşuyorlar.. Bir ben böyleyim galiba ya, baksana herkes ne kadar mutlu.. Filancalar falancalarla pikniğe gitmiş, ötekiler berikilerle ne güzel çalışıp üretiyor.. ben de üreteyim, o kesin iyi gelir. Bunlar hep boşluktan zaten ya.. kurslara gideyim ben, atölyeler programlar duzenleyeyim . hem birilerine de faydam olur gönüllü işlere katılayım en iyisi.. içimdeki sesleri duymamak için, duysam da bastırmak için kacabilecegim o kadar çok yer var ki.. Kaçmak istemiyorum ama artık. Kactikca , bastırdıkça dah büyüyor, derinleşiyor, ağırlaşıyor o sıkıntı çünkü. Durmak istiyorum artık. Bu kaçma kovalamaca oyununa bir son vermek istiyorum. Durup, içimi duymak istiyorum. Nedir bu hallerimin kaynağı, kökeni? Nedir bu kadar kacilasi olan.. İçimde bana rağmen çalışan, işleyen bir sistem, bir organizma var.. Suratimi aşıyor mesela durduk yere, öfkeleniyor, patlıyor, binbir çeşit duygunun uçlarında gün boyu savrulup duruyor.. O organizmayi. O sistemi tanımak, duymak, dinlemek, anlamak istiyorum artık.. Belki ben anlarsam, evlatlarima da yaşayarak örnek olabilirim. Böylece onlar da benim gibi upuzun yolları yürüyerek bulmak zorunda kalmazlar.

Bu yüzden yeniden yazmaya başladım işte. İçimde olan biteni anlayabilmek için.. Dış dünyanın sesleri iç dunyaminkini bastirmasin diye.. Kendimi kaçtığım, saklandığım, oyalandigim yerlerden bir bir toplayayım diye.. Bilincaltimin yapısını, işleyişini anlayabileyim diye.. Kendime, bilinclatima dair kesfettiklerimi yazarak kendime daha görünür kilayim diye.. Çünkü kelimelerle nakış nakış bu yapıyı kendi gözümün önüne serersem kendimi daha iyi anlarım gibi geliyor. Daha iyi anlarsam, kaçmadan daha çok dinleyebilirim onu.. Daha çok dinlersem daha kolay uzlasabilirim icimle. Uzlasabilirsem hayat daha güzel yaşanır olur sanki bana.. Umarım basarabilirim. Hoş, başarmak da hiç uygun bir kelime değil bu haller için. Bu bir yol.. Basarilacak bir görev değil ki. Umarım biraz da ilerleyebilirim kendi yolumda diyeyim o zaman..

BirTencere Bin Pencere içinde yayınlandı | , , , , , , ile etiketlendi | Yorum bırakın

Bir Duyguyla Ne Yaparsin?

Bir fikirle ne yaparsın? Geçen gün  bir dost muhabbetinde adi geçti bu cocuk kitabının..
Aslinda cocuk yetiskin herkese hitap eden bir kitap bu. Konusu da bir cocugun nereye gitse sürekli pesinden gelen bir fikirden once kacmasi  sonra caresiz kalinca  fikri karşısına alip onla bir iletisim kurmasi..

Bizim muhabbetimizde  güzel dostun değindigi nokta da şuydu. Bizi de o kitaptaki cocuk gibi travmalarimiz, acilarimiz ve korkularimiz nereye gitsek pesimizden takip ediyor. Ta ki birgun pes edip onlari karsimiza  alip yuzlesene ya da halleşene dek..

Bu örnek beni cok etkiledi, uzun zamandir uzerinde düşünüyordum. Geçen  yine bunu düşünürken şöyle birsey icimden gecti.

Insanoglu olarak  tüm varoluş mevzumuzu, hikayemizi tek bir cumlede ozetleyecek olsak belki de -yine o kitaptan  ilhamla-  kendimize soracagimiz tek soru şu olurdu :

Bir Duyguyla Ne Yaparsın?

Ilk insandan  tutun da  ta taş devrine- maden devrine, Ronesansa, coğrafi  kesiflere, peygamberler tarihine, savaslara, ihtilallere, modern zamanlara, teknoloji çağına ve dahi sosyal medya impratorluguna kadar..

Cennette  Hz Ademle Havvanin varlik  sorusuydu bu: Bir Duyguyla Ne Yaparsın? Kitalar ötesini kesfe cikaran  şey belki de Merak-Kesif Duygusuyla  Ne Yaparsin? sorusuydu.  Sanata ve estetige kapı açan bir duygu.. Ya da atalarimizin inandigi  dinden nasil vazgecelim diye sorduran bir duygu.. Gücü elinde tutanlarin her zaferde kalbini santim  santim  kaplayan şey kibir duygusu ve asla sorulamayan  ben bu duyguyla ne yaparim sorusu..

Modern hayatın performans  odakli yasaminin sundugu basari kriterleriyle ezilen, kariyer ve aile arasinda sıkışıp kalan, kadinligi, anneligi en onemlisi kendiligi adına  hissettiklerinin  adını koyamayan  kadınlar..  Ve onlarin  kendilerine sormaya korktugu bazi sorular..  Ben bu basarisizlik, bir ise yaramamazlik, anlamsizlik  duygusuyla ne yaparim?

Sosyal medyada daha cok kazanan, daha guzel yasayan, daha iyi karisi-kocasi-cocugu- meslegi olan, yani ki her bir seyde daha’si  olanlari görünce simdi ben içimde  tetiklenen bu duyguyla  ne yaparim  diye  sorulamayan.. sorulsa da üç bes yuzeysel  instagram  psikoloğunun  10 madde çözüm reelslerine  kurban giden duygular.
.
.
Bunlari dusunurken Gokhan Cinar ‘in Katharsis programini hatirladim. Orda kendisi konuklarina  bazi duygulari  soruyor, korku-utanc-ofke-huzun, bu duygulari hissedince ne yaparsnz diye.. Dikkatimi ceken şey hep aynı sekilde cevap  verilmesi. Aglarim, bagiririm, icime  kapanirim, arkadasimla paylasirim, uyurum vb.
.
.
Buradan bakinca kendimizi cok tekduze  yasayan , hep aynı yollardan giden ama farkli  sonuclar bekleyen varliklar olarak goruyorum. Biz klasik algimizla insani diğer canlilardan  ayıran  temel  seyin akil  olduğunu  dusunuyoruz ama belki de akildan  ote insan  olmanin  temel farki bir duyguyu hissedebilme  ve onunla ne yapacağına  karar verebilme  yetisidir. Neticede  bir hayvanin ofke ve korku  duygusuyla  yapacağı şey saldıri  veya savunma  iken bir insanin ayni duygulari kendi icinde yogurarak bir sanat eserine  dönüşturebilme potansiyeli  mevcut.
.
.
O zaman herkes kendi kapisinin  onunu supursun, kendi  sorusunun cevabini  bulsun 🙂 Gorselde  6 temel duygu, 72 de alt duygu var. Madem insan olduk, gerçekten insan oldum, gerçekten yaşadım diyebilmek için  kendimize soralim.
.
.
6 temel duygu, 72 alt duygu var benim kalbime zaman zaman misafir  olan. Bir duyguyla, bir misafirle  ne yaparım?

BirTencere Bin Pencere içinde yayınlandı | Yorum bırakın

Zetina Dikis Makinasi

Kıyafetlerin seni hiç yansıtmıyor,
Dedi bir dost kadın
İçinde o kadar üretken,
O kadar renkli
Ve derinlikli biri varken
Bunca sıradan giyinmen neden?
Çünkü diye cevapladı
Şu an bedenimi değil,
Ruhumu giydiriyorum ben.
Ona elbiseler biçiyorum kendi’liğimden…
Renk renk,
Desen desen…
Dikiş bilmem,
Kalıp bilmem esasen.
Ama iyi anlarım hal’den.
Can’ımı en çok yansıtacak kumaştan
Piliseden,
Kurdeleden…
Bozulan fermuardan,
Ve düğmesi koptu diye çocukluk çağında
İki yakası bir araya gelmeyen hayatlardan…
Anlarım,
İnsanın içi ve dışı gibi
Uyumsuz kombinlerden
Ve görülmek arzusuyla
Takıp takıştıran rüküşlerden.
Ama en çok da
Giyilenler dolanınca ayağa
Hayat podyumunda düşüşlerden..
Mesela;
Oldum olası sevmem vatkaları
Çünkü omzumu değil
Egomu dikleştiriyor gibi gelir
Belki de bu yüzden satış elemanları yanıma
Alıcı değil galiba,
Tedirginliğiyle gelir.
Fark eder ve gülümserim
Ah keşke sizin kadar
İyimser olabilseydim derim
Çünkü bazınızın dünyasında
Mühim değil hatunların
Boyu mu kısa,
Kilosu mu fazla
Mühim değil gelecek sezon
Yenisi çıkar nasılsa
Oysa
Farklı modelleri denemek kolay değildir.
Benim gibi,
Giyinmeye içerden başlayanlar için
Yıllanmış gardıroplar boşaltılamaz mesela bir çırpıda
Bir çırpıda yapılamaz içsel devrim…
Çünkü önce
Tüm rollerini elden geçirmek gerekir benliğin
Eskiyenleri indirmek raftan
Yenilere yer açabilmek için…
Küçülen kıyafetleri vardır mesela bir kadının,
Ağzı yüzü sarkan ilişkileri,
Kopçası tutmayan çelişkileri
Ve portmantoya asılmış bir poşette
Ömür boyu
Terziye gitmeyi bekleyen hikâyeleri…
Mesela ben
Yüreğini sarınca bir dostun
Hissederim elbisesinin potluklarını
Fark ederim patlayan dikişler gibi
Bir türlü kapanmayan yaralarını
Ah derim,
Her genç kızın rüyası (!)
Zetina Dikiş Makinası.
Ne olur otursak da başına bir kez
Yamayıversek yarımlıklarımızı
Hem bak ne diyor nakış hocaları
Bir makasın gadrine uğradıysa kıyafetiniz
Hemen kaldırıp atmayın
Tam kesilen yerinden başlayıp
Etrafını nakışlayın.
İster iğne oyası, ister Antep işi
İsterse boncuk
Ya da baskı tekniği
Mühim olan deforme olan yeri
Özgün bir modele dönüştürmek
Ve ruhun yaralarını bir ziynet gibi
Üzerinde taşıyabilmek…

İşte bak, bu benim dikiş kutum
İçinde iğne ipliğim
İçinde kalıplarını çıkardığım kimliğim
Uzunca bir süredir öylece
Kendimi prova etmedeyim.
Şimdi ayinem ol da benim
Berraklığında kendimi göreyim
Ben’ime kuşanıp da en güzel elbisesini
Tenimi örtmek için alışverişe gideyim…

Arsiv içinde yayınlandı | , , ile etiketlendi | Yorum bırakın

Mutfakta Pisen Kim?

Mutfakta pişen kim?
Soğanın acısında
Sumağın ekşisinde
Ve türlü baharatın çeşnisinde…
Dibine tutan kim tavalarda
Kısık ateşte ağır ağır kavrulan
Konserve niyetine saklanan…
Kaynayan kim ocakta
Taşan,
Buharlaşan
Ve kesiliveren boğucu sıcakta…
Ya da
Arka rafta sıkışan buzdolabında
Kendi halinde kuruyan,
Küflenen,
Çürüyen…
Arta kalıp da yaşamdan
Bir çöp kovasına sığınan kim?
Tıkanıp da akamayan mesela
Hangi borusudur içimizin?
Ya da en inatçı yağları bağlayan
Neresi ola ki kalbimizin?
Hani şu meşhur sarı bez gibi kimi zaman
Yıkanıp da en son
Bankonun üstünde kurumaya bırakılan
Ve yeniden tuttuğunda ertesi sabah
Elinde kesif bir koku bırakan
Hangi biridir hayallerimizin?
Tarif kitabından,
Ölçü bardağından,
Göz kararından…
Ya da aldığı kadar undan
Kulak memesi kıvamından
Sınırlarını çizen
Ve fay hatlarını döşeyen kim kendisinin.. Teknelerde karılan kim?
Yaprak yaprak açılan
Ve bir tutam maya gibi
Besledikçe çoğalan…
Parmak kalınlığında sarılıp
Sıra sıra dizilen
Ve gerçek lezzetini bulsun diye içine
Eksi meyvesinden eklenen…
Hafif pembeleşinceye kadar bekleyebilen kim olduğu yerde
Düştüğü dertte,
Piştiği kapta?
Kirli tabakları akıtır gibi akıtabilen kim
Sebepleri, sonuçları, olmuşları…
Kim
Hakiki bir doymak uğruna donatan sofraları
Jülyen doğrayan soğanları
Ve hikmeti çekip çıkarabilmek için bir balığın karnından
Hizaya dizen çatal-bıçakları…
Çorbanın eksik kalan tuzu kim?
Pilavın lapası,
Etin dinlendiği marinası
Ve çayın demlendiği muhabbetin hası…
Hangimiz varoluş yemeğinin mezesi,
Hangimiz zeytinyağlısı
Hangimiz ara sıcağı
Ya da sofra bezindeki ekmek kırıntısı…

Arsiv içinde yayınlandı | , , , , ile etiketlendi | Yorum bırakın